THE JOURNAL OF THE FACULTY OF LANGUAGES AND HISTORY-GEOGRAPHY OF ANKARA UNIVERSITY, cilt.62, sa.1, ss.52-85, 2022 (Hakemli Dergi)
Deleuze’ün kişisel olmayan ve asubjektif (ilk anlamıyla, göreceli
olmayan) felsefesi onun anti-fenomolojik olduğu iddiasına yol açan
nedenlerden biridir. Ancak, Patočka tarafından tartışıldığı gibi;
fenomoloji, zaten, asubjektiftir. Bu durum Deleuze tarafından
geliştirilen deneyleme (yaşantılama) felsefesinin asubjektif bir
fenomenoloji olabileceği ihtimalini yeniden değerlendirmenin yolunu
açar. Burada karşımıza çıkan; Patočka’nın kişisel deneylemesinden
(yaşantılamasından) Deleuze’ün kişisel-olmayan deneyleme yoluyla
farklılaştığıdır. Bu noktada; kişisel-olmayan, asubjektif bir
fenomenolojinin Deleuze’ün çalışmalarında yer bulup bulmadığını merak
etmekteyiz. Bu amaçla öncelikle Patočka’nın Husserl’e karşı geliştirdiği
ve fenomenolojiyi “egosal-subjektiften uzaklaştırmanın” sebeplerini
araştırmaktayız. Özet olarak; Patočka, öznelliğin verili bir fenomen
olmadığını ve fenomolojinin asıl derdinin de bu olmadığını ileri sürer.
Böyle bir dolaysız deneyleme (yaşantılama) araştırması aşkınsal öznellik
yerine dünyamıza uyguladığımız bir “delme kuvvetini”, (Patočka’nın
deyimiyle) bir thrust’ı açığa çıkarır. Benzer biçimde Deleuze’ün
deneyleme (yaşantılama) felsefesi de böyle bir self-dışı hareketi,
Ferlinghetti’nin “dördüncü tekil şahıs” kavramına olan atfı yoluyla
gördüğümüz bu hareketi, araştırır. Hatta Deleuze’ün Peircie’çı
“Sıfırıncılık” kavramı da buna delil teşkil eder. Patočka’dan farklı
olarak; Deleuze’de, kişi-lik deneyimin temeline konumlandırılmaz, onun
çalışmalarında kişisel-olmayan bir deneycilik, paneksperiantalizm
vardır.
The asubjective, impersonal nature of Deleuze’s philosophy is one reason
it is often considered to be anti-phenomenological. Yet, as Patočka
argues, phenomenology should, in fact, be asubjective in the first
place. This opens the possibility of reevaluating Deleuze’s philosophy
of experience to see the extent to which it might be considered an
asubjective phenomenology. What we find is that Deleuze differs from
Patočka in one important respect, namely, that Patočka’s philosophy of
experience is personal while Deleuze’s is impersonal. Thus, we wonder if
an impersonal, asubjective phenomenology is possible, which might
include Deleuze’s views. To this end, we first study Patočka’s reasons
for going against Husserl and reorienting phenomenological studies away
from an egoic subjectivity. In brief, Patočka holds that subjectivity is
not a phenomenal given and thus is not to be of primary concern when
doing phenomenology. What an examination of immediate experience
uncovers rather than a transcendental subjectivity is instead a “thrust”
into the world around us. Deleuze’s philosophy of experience likewise
seeks such a movement outside oneself, which we see in his use of
Ferlinghetti’s “fourth person singular;” yet, Deleuze’s notion of a
Peircian “Zerothness” makes it evident that, unlike Patočka, he does not
locate personhood at the basis of experience but rather has in mind a
particular sort of impersonal panexperientialism.