Dünyanın Modern Büyüsü Bozulurken: COVID-19 Küresel Salgınına Göçmenlerin Aynasından Bakmak


Creative Commons License

Zırh B. C., Karakılıç İ. Z.

Afetlerle Yoksullaşma: Salgınlar, Göçler ve Eşitsizlikler, Murad Tiryakioğlu, Editör, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, ss.121-157, 2021

  • Yayın Türü: Kitapta Bölüm / Mesleki Kitap
  • Basım Tarihi: 2021
  • Yayınevi: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • Sayfa Sayıları: ss.121-157
  • Editörler: Murad Tiryakioğlu, Editör
  • Orta Doğu Teknik Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Biz de bu yazıda toplumların işleyişinde büyük aksamalara yol açan bir afet olarak değerlendirdiğimiz KOVİD-19 küresel salgınına göçmenlerin aynasından bakarak yaşananların dünyanın büyüsünü nasıl bozduğunu, bu büyü bozumunun göçmenler için doğurduğu sonuçları ve bu sonuçların bize ne gösterdiğini tartışmaya çalışacağız.

Weber’in kullandığı (1946) anlamda dünyanın büyüsünün bozulması, bilimle rasyonel olarak açıklayamayacağımız olguların gittikçe azalması, insan türünün bilimsel yöntemlerle kendi doğası da dahil olmak üzere dünyayı daha çok kavrayabilmesi ve bu kavrayış sonunda onu kontrol altına alması olarak çerçevelenebilir. Dünyanın büyüsünün bozulması iki türlü anlaşılabilir. Bu, bir yandan dünyanın sekülerleşmesi ve dünyaya dair bilimsel olmayan açıklamaların özel alana çekilmesi demektir; diğer yandan ise bilimin hesaplanabilirliğinin, gittikçe rasyonelleşen bürokrasinin, hukukun ve siyasanın alanının artmasıdır (Jenkins, 2000). Weber (1946) bu sürecin ve ilerleme fikrinin uzun süredir Batı dünyasında güç kazanmakta olduğunu söyler ve bu ilerlemenin pratik ve teknik dışındaki anlamını sorgular. Bu noktada Tolstoy’a başvurur: Eğer modern insan büyük bir gelişme izleğinin parçası ve hiç doyurulamayacak bir tecrübe etme isteğinin esiri ise; bu kişi geçici ve kesinliği olmayan yeni şeylerin ancak çok küçük bir kısmına dâhil olabilir; bu da onun hayatını, dolayısıyla da ölümünü anlamsız kılar. Tam da hayatı anlama isteğinin sonucu olan ilerleme fikri yüzünden; hayat ve ölüm anlamsızlaşır. Fakat insanın anlam arayışı bitmez, süreç nihayete varmaz ve Jenkins’in (2000) belirttiği gibi dünyanın büyüsünün bozulması, yine modernliğe içkin olan dünyanın yeniden büyülenmesi ile devam eder. Jenkins’in (2000) izinden giderek bu yeni çeşit büyülenmelere örnek olarak toplumsal cinsiyet, etnik kimlik, vatandaşlık gibi kolektif aidiyetler verilebileceği gibi, tüketim toplumunun dayattığı alışkanlıklar sonucunda kendimiz üyesi olarak bulduğumuz topluluklar da verebilir. Söz gelimi, bir markanın sadık tüketicisi ya da bir restoranın müdavimi olmak, yeni dini akımlarla ilgilenmek. Böylece bireylere bir aidiyet hissi veren, kendilerine dair anlatıları daha büyük hikâyelerle bağlayabilme imkânı veren fırsatların dünyayı yeniden büyülediğini söyleyebiliriz. Bu anlamda içinde yaşadığımız dünya, bu iki karşıt dalganın, dünyayı büyüleyen anlatılar ile bu anlatıyı yıkan gelişmelerin çarpıştığı bir alan olarak anlaşılabilir.